Türkiye’nin UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’nde bulunan Likya kentleri, bulundukları coğrafyanın doğal peyzajıyla birlikte mermer ve taş ocaklarıyla çevrelenmeye başladı.

Türkiye’nin dört bir yanında yıllardır süren bu yıkıcı madencilik, dağlardan ormanlara, meralardan yaylalara, derelerin çakılından denizin kumuna doğada paraya çevrilebilecek ne varsa “hepsi madendir ve bunu paraya çevirmek hakkımızdır” düsturuyla hareket ediyor. Dahası, bu diskurun payandaları arasında, milli servet, yerli madencilik benzeri söylemler de var. Ormanı, suyu, merayı, yaylayı ve dereyi yok eden, yeri yerinden oynatan bir yıkıma yerli ve milli söylemle onay üretiliyor.

Türkiye’nin UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’nde bulunan Likya kentleri, bulundukları coğrafyanın doğal peyzajıyla birlikte mermer ve taş ocaklarıyla çevrelenmeye başladı. Teke Yarımadası olarak anılan bölgede zorlu bir coğrafyada filizlenen Likya uygarlığından geriye, anaerkil toplumsal yapıyla bölgenin tümünde görülebilen taşa işlenmiş, taşla inşa edilmiş benzersiz bir kültürel miras kaldı. Depremlerin, savaşların ve salgın hastalıkların silemediği Likya uygarlığının izlerini yıkıcı madencilik silmek üzere. Taşa yazılan uygarlık, mermer ve taş ocaklarıyla coğrafyanın hafızasından silinmek üzere.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın elektronik ÇED sisteminde sorgulandığında, Kaş, Finike, Demre ve Elmalı ilçelerinde mermer ocaklarıyla ilgili olarak yaklaşık 500 civarında ÇED işlemi yapıldığı görülüyor. Bunların büyük bir kısmı, “ÇED Gerekli Değildir” kararlarından oluşuyor. Bir başka deyişle, yaklaşık 100 hektardan oluşan ruhsat alanlarında mermer ya da traverten çıkartıp satmak isteyen firmalar, projeleri ÇED kapsamının dışında tutmak için ruhsat alanlarını dörde bölerek ÇED Gerekli Değildir kararlarını cebine koyup peynir kalıpları gibi dağları kesmeye başlıyor. Ruhsat sahasını parça parça işletmeye açmanın nedeni, yönetmeliğin 25 hektarın altındaki sahalara ÇED muafiyeti getirmesi. Bu düzenleme yargıya taşınıp Danıştay tarafından 2017’de iptal edilse de, uygulamalar halen sürüyor.

Karada ve suda ne varsa paraya çevrilmek isteniyor Türkiye’nin dört bir yanında yıllardır süren bu yıkıcı madencilik, dağlardan ormanlara, meralardan yaylalara, derelerin çakılından denizin kumuna doğada paraya çevrilebilecek ne varsa “hepsi madendir ve bunu paraya çevirmek hakkımızdır” diskuruyla hareket ediyor. Dahası, bu diskurun payandaları arasında, milli servet, yerli madencilik benzeri söylemler de var. Ormanı, suyu, merayı, yaylayı ve dereyi yok eden, yeri yerinden oynatan bir yıkıma yerli ve milli söylemle onay üretiliyor.

Orta Likya'nın miras alanları yıkımın kuşatması altında Kaş Gökçeyazı köyü, tarihi coğrafya olarak bakıldığında Orta Likya’nın kalbinde yer alıyor. Kyaneai antik kentine bu köyden geçilerek ulaşılıyor. Likya’nın önde gelen kentlerinden biri olan Demre’deki Myra antik kentinin sırtını dayadığı Gürses köyü ile 1882’de Avusturya’ya götürülen ünlü Trysa Heroonu’nun bulunduğu Davazlar köyü de adım adım mermer ocaklarıyla kuşatılmış durumda.

Gökçeyazı köyünün doğusunda, Demre Çayı vadisinin kıyısında bir mermer ocağı. Maki denizinde sadece kızılçamları ağaçtan sayan anlayış Antik dönemde yoğun bir yerleşime sahne olduğu bilinen bu bölgede tescilli yapıların dışında henüz tescillenmemiş birçok arkeolojik kalıntı bulunuyor. Yapılan yüzey araştırmaları ya da yerel halkın işaret etmesiyle her geçen yıl bölgedeki kültürel miras alanlarına yenileri ekleniyor. Bazen bir çiftlik yapısı, bazen bir zeytin işliği, kimi zaman da bir lahit çıkıyor, orman idaresinin ormandan saymadığı maki örtüsünün koynundan. Oysa koynunda tarihi saklayan maki örtüsü, aynı zamanda ekolojik olarak bir kızılçam ormanından çok daha verimli ve onlarca canlı ve bitki türüne yaşam alanı yaratan bütüncül bir ekosistem. Aynı zamanda yüzlerce yıldır keçi yetiştiriciliği yapan yerel halkın da dayanağı. Çünkü maki ve keçi birlikte evrimleşen bir ekosistemin unsurları. Ancak Gökçeyazı köyündeki mermer ocağı projesine baktığımızda, adeta yeşil bir maki denizi olan bir orman arazisinde sadece 15 tane kızılçam ağacının ‘ağaç’ olarak sayıldığını görüyoruz.

Sedirler, ardıçlar ve semenderler sessizce ölüyor Demre Çayı Vadisinin batı yakasındaki Gökçeyazı, Yavu, Hoyran, Ahatlı, Sarılar, Çerler, Gürses gibi yerleşimlerle, vadinin doğusundaki Köşkerler, Muskar (Belören) ve daha kuzeydoğudaki Alacadağ bölgesindeki coğrafyada onlarca mermer ocağı Orta Likya coğrafyasını adım adım parçalıyor. Sedir ormanları, anıtsal meşe ve ardıç ağaçları ve biyoçeşitliliğin can damarı makilikler vahşice yok ediliyor. Adını bu coğrafyadan alan, yosun tutmuş nemli orman içlerinde, kayalıklarda varlığını sürdürebilen semenderlerin yaşam alanları hiçbir önlem alınmadan gök gürültüsü gibi bir yıkıcılıkla yeryüzünden siliniyor.

Ürkütücü tablo: Son 15 yılda 386 bin ruhsat verildi Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) verilerine göre sadece 2024 yılı içinde Türkiye genelinde 15 binin üzerinde ruhsat verildiğine işaret eden Akoy, 2008–2023 arasındaki 15 yılda 386 bin ruhsat verildiğinin görüldüğünü belirterek şunları aktarıyor: “Sadece 81 ilimiz olduğunu düşünüldüğünde bu rakamın korkutucu büyüklüğü daha iyi anlaşılmaktadır. Bu rakamlar ruhsat verilen yerin özelliklerine ve önemine bakılmadan masa başından ruhsat dağıtıldığı izlenimi yaratmaktadır. Verilen ruhsatların büyüklüğünün, il büyüklüklerinin oranına bakıldığında Türkiye coğrafyasının nasıl büyük bir talan ve yağma altında olduğu görülmektedir. Kütahya ilimizin %92’si, Uşak’ın %80’i, Çanakkale ve Balıkesir’in %79’u, Artvin’in %71’i, Muğla ilimizin %65’i maden faaliyetleri için ruhsatlandırılmıştır. Bir ilin neredeyse tamamının ruhsatlandırılmış olduğunu görüyoruz. Bu ruhsatlı alan büyüklüğü, ülkemizin her yerinde yaşamamızı devam ettirebilmemiz için hayati önemi olan orman alanlarının, tarım alanlarının, su havzalarının yok edildiğini göstermektedir. Türkiye’nin her yanında büyük bir doğa kırımı ve geri dönüşü mümkün olamayacak tahribat yaşanmaktadır.”

Taşa yazılan uygarlığın izleri birer birer taş ocaklarıyla coğrafyanın ve toprağın hafızasından silinirken daha bütüncül bir bakışla havza bazlı bir koruma anlayışı kaçınılmaz görünüyor. Türkiye, Antalya ve Muğla illeri sınırlarındaki Likya kentlerini UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınmasını önerdi. Phaselis’ten Pinara’ya, Myra’dan Tlos’a, Lmyra’dan Patara’ya birçok bilinen kentin dışında Andriake, Sura, Kyaenai, Limyra, Theimmusa, Simena, Istlada, Trebende, Aperlae gibi Orta Likya coğrafyasında yer alan kentler de öneri listesinde. Türkiye’nin önerisi ile Likya kentleri 2009 yılında UNESCO Geçici Listesi’ne alındı. Ancak bölgedeki mermer ocaklarının yarattığı yıkım bu hızla devam ederse, Likya kentlerini yaratan tarihi, kültürel ve biyolojik coğrafya kısa bir süre sonra tamamen tanınmaz hale gelecek.

https://haber.sol.org.tr/haber/tasa-yazilan-uygarligin-izleri-tas-ocaklariyla-siliniyor-397227